Bahreyn – Bahreyn

Bahreyn, Arabistan’ın doğusunda ve 33 adadan oluşan küçük bir devlettir. “BAHREYN” ismi Arapça “İKİ DENİZ” anlamına gelmektedir. Buradaki iki deniz, deniz dibindeki tatlı su kaynaklarının, tuzlu su ile karışmasından dolayı iki ayrı deniz olarak sayılmasından dolayıdır.

Bahreyn’in en önemli ürünü, incidir. Devlet daireleri cumartesi- çarşamba günleri arası saat 07:00-14:15 arası çalışırlar. Normal işyerleri öğleleyin hava çok sıcak olması nedeniyle genelde 12:30-15:30 arası mola verirler. O saatlerde boşuna alışveriş yapmayı hayal etmeyin. Bu saatlerde yapılacak en iyi seçim büyük Alışveriş Merkezlerinden birine gitmektir.

Bahreyn’e 1999 yılında Hindistan’a yaptığım seyahat sırasında gitmiştim..

İstanbul’dan GULF AIR havayolları ile Bahreyn üzerinden, Hindistan’ın Mumbai kentine geçmiştik. Dönüşte 2 günlük bir boşluk vardı ve bunu Bahreyn’de kalarak geçirmeye karar vermiştik.

Herşeyden önce ilk izlenimim, bir ÇÖL ülkesinde olduğumdu.. Heryer çöl kumları ile kaplıydı. Modern şehir olmasına rağmen heryerin sanki deniz kumu ile kaplı oluşu belkide bende bu intibayı yaratmış olacak…

Kaldığımız oteli GULF AIRLINES aracılığı ile seçtiğimiz için mükemmel bir konfora sahip olmuştuk. Eğer Bahreyn’e gitmeyi düşünüyorsanız en iyi seçimlerden birisi havayolu aracılığı ile otelinizi ayarlamanız, çünkü bu oteller gerçekten hem çok güzel, hem de normal fiyatının yarı fiyatına kalabiliyorsunuz.

Geceyi güzelce uyuyarak geçirdikten sonra sabah kahvaltısı sonrası ilk işim, bir taksiye atlayıp şehir merkezine gitmek oldu. Takside çalan müzik, bizim Türk popçularının söylediği bir şarkıydı ve bizimkilerin, bu arap şarkılarını, nasılda birebir kopye etmiş olduklarını kanıtlıyordu bir kez daha…

Taksici bizi şehir merkezi olduğunu söylediği bir yerde indirdi. Biraz sokaklarda dolaştım ama bana çok cazip gelmedi. Bizim Mahmutpaşa tipinde bir alışveriş merkezini dolaştıktan sonra başka bir taksiye binip büyük bir alışveriş merkezine götürmesini istedim.

Bu sefer de Akmerkez ayarında bir alışveriş merkezine geldik. Her yerde yabancılar ve özellikle Rus bayanlar dikkat çekmekteydi. Her köşede MARKA ürünler ve astronomik fiyatlar…tabii ki hiçbir şey almadan döndüm otele…. Sırf alışveriş yapmış olmak için kazık yiyecek değilim kimse kusuruma bakmasın :))

Bahreyn genel olarak hayat standartları bizden yüksek bir ülke..Halk genelde zengin ve işçilerin çoğu Hintlilerden oluşuyor.

Bahreyn’in temiz denizi dalmayı sevenler için çok ideal. Bütün Bahreyn turizm dergilerinde bu denizin resimlerini görebilirsiniz..

Eğer çok uzun süre bir ülkede kalmayı düşünmüyorsanız ve bir ülke görme amacındaysanız, Bahreyn, size iyi bir seçim olabilir. Şahsen ben 3 günden fazla kalabileceğime inanmıyorum artık:)))

30.07.2002 

İsviçre – İsviçre

İsviçre Avrupa`nin en ilginc ulkelerinden biridir. Almanya, Italya, Fransa gibi ulkelerin komsusu olan Isvicre`de insanlarin cogu en az iki dil konusmakta. Genelde sinir bolgelerinde yasayan insanlar sinir ulke dilini konusmaktalar. Almanya sinirinda Almanca konusuluyor mesela.

Isvicre`nin en guzel tarafi dogal olarak ALP daglarinin bir bolumunun bu ulkede olmasindan kaynaklaniyor. Ulke`nin en onemli sehri Zurih ve Turk Havayollari bu sehire direkt olarak ucmakta. Turk iscilerin de cokca calistigi bu ulkede zorda kaldiginizda Turk vatandaslarimizi yaninizda bulabilirsiniz.

Isvicre`ye 2000 yili temmuzunda Italya`dan Almanya`ya gecerken arabayla ugradim. Ozellikle daglarin oldugu yolu tercih ettim ve kesinlikle altinizda araba varsa size bunu tavsiye ederim. Elinize alin bir yol haritasi ve vurun arabayi dag yollarina…Iste o zaman cocuklugumuzdaki Heidi cizgifilminin gectigi ALPLERde sanki bir masal kahramani edasiyla, o guzelim manzaralarda agziniz acik yolalirken alacaginiz mutlulugun anlatilmasi mumkun olmayacaktir. Fotograf makinemin en cok calistigi ulkelerden birisidir Isvicre. Saniyorum 6 rulo film bitirdim o guzel manzaralara bakarken. Bazen o kadar mukemmel manzara oluyordu ki arabayi kenara cekip 5-10 dakika o guzellikleri seyrederek geciriyordum.

Insanin kendini kaybettigi bir dunya burasi. Tefekkur veya meditasyon yapanlara kesinlikle tavsiye ederim O yuksek kayaliklara akipta insanin dusunmemesi imkansiz zaten.

Dag yollari haricinde transit yollar mukemmel Isvicre`de. Alplerin altindan gecen ve belkide dunyanin en uzun tunellerinden birisi olan Saint Gotthard 16,3 km uzunluguyla dikkat cekmekte. Aslinda tunel yerine dag yolundan gitmek istemistim ama yanlislikla tunele girince maalesef o uzun tunelden yeraltindan giderek belkide gorebilecegim o mukemmel dag manzaralarindan olmustum. Ama gene de Saint Gotthard tuneli de gorulmeye deger tunellerden biri dunyadaki. Bizim senelerdir bitirilemeyen Bolu Dagi tunellerinden sonra o tunele girince insan biraz da kotu oluyor hani….

Isvicre insani diger avrupa ulkelerine nazaran daha canayakin. Bunun onemli nedenlerinden birisi karisik toplum olunmasindan kaynaklaniyor.Milliyetcilik Fransa`daki gibi anormal seviyede asla degil. Insanlara birsey sordugunuzda ellerinden geldigince yardimci oluyorlar.

Hayat standartlari epey yuksek. Isvicre denince ulkemizde genelde isadamlarinin gizli hesaplariyla gundeme gelen ISVICRE BANKALARI nedense aklimiza gelir ilk anda… Isvicre`nin anayasasi diger ulkelerden bazi yonlerden farkli ve hesap acmak cok kolay . O nedenle avrupali isadamlarinin da genellikle hesaplari bu ulkede aciliyor.

Isvicre cikolatasindan bahsetmeden gecmekte herhalde yanlis olacaktir dusuncesindeyim. Alp daglarinin temiz havasindan gelen inek sutlerinden yapilan cikolatalar dunyaca unlu dogal olarak. Buraya kadar gidince insan yemeden yapamiyor hani.

Isvicre`de cikolata haricinde diger onemli urunler bicak ve saat. SWISS ARMY KNIFE veya SWISS MADE dedigimde hepinizde birseylerin cagristigini hisseder gibiyim.Yanilmadiniz isvicre bicaklari ve saatleri sadece bizde degil dunyada unlu. Alisveris yapacaksaniz bunlardan hediye alabilirsiniz.

30.07.2002

Prag – Cek Cumhuriyeti

PRAG

Yıllar önce Çekoslovakya adıyla tanıdığımız ülke, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak ikiye ayrılınca Prag şehri de Çek Cumhuriyeti’nin başkenti oldu.

“Çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız?” sorusu hepimizin bildiği gibi türkçemizdeki en uzun kelime, artık bu kelimeyi değiştirerek kullanmamız gerekecek: “Çek Cumhuriyeti’lileştiremediklerimizden misiniz?” diyeceğiz çünkü artık çekoslovakya diye bir ülke mevcut değil.

Prag, 1.3 milyon nüfuslu bir kent, tarihi çok eskilere dayanan bu kent, Avrupa’nın en çok turist çeken altıncı şehri olarak dikkat çekiyor. Ekonomi, turizme bağlı diyebiliriz.

Avrupa Birliği üyesi olan Çek Cumhuriyeti’ne, Schengen vizesi ile girebiliyorsunuz. Şehrin en önemli noktası OLD TOWN denilen bölge. 1100 yıllık bir tarihe sahip kentte görülecek o kadar çok güzel ve eski bina var ki, insanın etkilenmemesi mümkün değil.

Prag romantik bir şehir olarak tanınıyor ve kafeleri, lokantaları ve müzeleriyle insan sıkılmadan gezebiliyor.

Şehirde görülmesi gereken yerler:
Old Town: Her köşesi tarihi bina ve kiliselerle dolu ve ara sokaklara bile girerek harika yerler görebilirsiniz.
Charles Köprüsü: (Karluv Most) Vltava Nehri üzerindeki bu köprü, 13.cü yüzyılda Charles V tarafından yapılmıştır.500 metre uzunluğunda olup, sağ ve sol kolda heykellerle süslenmiştir.
St. Vithus Katedrali
Prag Kalesi: 9.cu yüzyılda yapılan bu kale, dünyanın en büyük kalesi olarak kabul edilmektedir. 570 metre uzunluğunda ve 130 metre genişliğinde bir alana kurulmuştur.
Astronomik Saat: (Orloj) Old Town Meydanı’nda bulunan bu astronomik saat, 14.cü Yüzyılda yapılmış ve güneş ve ayın hareketlerini gösteriyor.
Josefov Yahudi Bölgesi (Jewish Quarter): Prag’daki yahudi azınlığı 1000 yılı aşkın süredir varlığını sürdürüyor ve ülkenin ekonomisinde ciddi anlamda etkisi bulunuyor. Yahudilerin yaşadıkları yerler ve sinagogların bulunduğu bu bölge turistler için ilgi çeken bir köşe. Yahudilere çekler “josefov” dedikleri için bu bölgenin adı josefov olarak da geçmektedir.
Old New Sinagogu: 1270 yılından kalma bu sinagog, Prag’daki en eski barok yapı olarak kabul görmektedir.

Prag’daki birçok kilisede akşam saatlerinde klasik müzik konserleri sunulmaktadır. Kiliselerin önünde bulunan bilet kontuvarlarından bilet alabilirsiniz.

Old Town bölgesindeki taksilere asla binmemeniz gerekiyor, her yönden sahtekar olan bu taksiciler dünyaca ünlüdürler.

Avrupa Birliği’ne girmesine rağmen, Çek Cumhuriyeti parası olan Çek Kronu (Kc) kullanılmaya devam ediyor. 1 Euro ortalama 24 Kc

Araba kiralayarak Prag’a geldiyseniz, aracınızı ulu orta yerlere koymamanız gerekiyor çünkü hırsızlık maalesef çözülemeyen bir problem ve kapalı ya da ücretli parklar haricinde hiçbiryere park edilmemesi gerekiyor.

Para bozduracaksanız resmi döviz bürolarından vazgeçmemeniz gerekiyor, sokaklardaki seyyar dövizcilerin sahte ya da başka ülke paralarını bozdukları ile alakalı üzücü hikayeler anlatılıyor.

Turistlerin çok olduğu bölgelerde cepçilere de dikkat edilmesi gerekmekte. Önemli eşyalarınızı sağlam yerlerde saklamanız gerekmektedir.

15.08.2011

Mexico City – Meksika

Meksika`ya gitmeyi dusunuyorsaniz oncelikle unutmamaniz gereken nokta vize konusu. Turk vatandaslarinin vizesiz girmesi mumkun degil. Istanbul`da,Tesvikiye`deki, Meksika Fahri Ataseliginden ya da Ankara`da Gazi Osman Pasa semtindeki, Meksika Konsoloslugundan vize muracati yapabilirsiniz. Amerika vizeniz yoksa 15 gun kadar bekleyeceginizi belirtmemde fayda var. Son donemlerde,Amerika`ya vize almakta zorlanan vatandaslarimizin,Meksika vizesi alip, Amerika`ya kacak girmesinden olacak, artik Meksika bile bize maalesef 3.cu Dunya Ulkesi muamelesi yapmaya baslamis.

Vizeyi bir sekilde aldiktan sonar, hangi havayolu ile gitsem acaba diye arastirmaya basladiktan sonra, en kisa zamanda goturmeyi vaadeden KLM havayollarinda karar kilarak, biletimi aldim. Kraliyet Havayolu olarak adlandirilan bu havayolu sirketi bende acikcasi hayal kirikligi yaratti. Kafamda o kadar buyuk bir imaji oldugundan dolayimidir desem, sanssizligimdan mi desem bilemiyorum. Istanbul`dan ucak kalktiktan sonar pilot anons yaparak ,birkac tane bavulu unuttuklarini ve ozur dilediklerini bildirdi. Nasilsa benim bavulum degildir deyip ustelemedim, ama Meksika`ya vardigimda bavullarimin gelmedigini gorunce hem guldum, hem sinirlendim, cunku ben oraya sadece gezmek icin gitmiyordum ve her bavulun benim icin ciddi aciliyeti vardi. Sorun sadece bavul ile bitmiyor, 4 kez bindigim bu havayolu, maalesef 3 kez rotar yaparak butun planlarimi altust etmeyi basardi. Diger bir nokta, normalde uzun hatlarda uctugunuz neredeyse tum havayollarinda vakit gecirmeniz icin bircok magazin bulunur ve siz bunlari okurken bir nebze vakit gecirebilirsiniz, bazilarinda ise uzun hatlar icin genelde koltuklarda kucuk ekranlar olur ve buradan interaktif oyunlar oynanabilir, vizyona yeni giren filmlerden istediginizi secerek seyredebilirsiniz. Maalesef boyle bir luksumuz olamadi, birakin luksunu, onunuze konulan dergiler de genelde sizden once oturmus yolcunun biraktigi sayfalari bukulmus dergilerdi. Fiyat olarak diger havayollarindan 100-200 USD fazla almayi bilen bu havayolu sirketinden daha kaliteli bir hizmet beklemek saniyorum her yolcu gibi benim de hakkimdir.Ekonomik krizde oldugu icin, Amerikan Northwest Havayollari`nin ortak oldugu bu havayolu sirketini gordukten sonra bizim THY kim ne derse desin MASALLAH cok iyi hizmet veriyor derim.Ben bir yolcuyum ve verdigim paranin hakkini almak izterim dogal olarak.

Istanbul`dan 4 saat suren yolculuktan sonra, bir 11 saat daha ucarak sonucta Mexico City`ye inebildik. Turkiye saatiyle arada 8 saat fark var. Biraz once belirttigim gibi bavullarim gelememisti ve ben elimi kolumu sallaya sallaya otelimin yolunu tutmaya basladim.Yolda hep kafamda sekillenmis Panco ve Sumbrella adindaki sapkalariyla dolasan Meksikalilari aradi gozlerim ama nedense bir tane bile goremedim, galiba bize anlatilan filmlerdeki Meksika biraz farkli cunku bu sekilde giyen bir tek kisi bile yoktu piyasada.

Meksika`nin baskenti, Mexico City . Ispanyolca Ciudad de Mexico (siyudad de mehiko) olarak geciyor. Meksika, MEHIKO olarak okunuyor Ispanyolcada. Mexico City, 24 milyon nufusuyla,Tokyo`dan sonra en buyuk dunya kenti.

Otelimi sehrin merkezi olarak Kabul edilen ZONA ROSA (Pembe Bolge) de ayarlamakla saniyorum cok iyi bir secim yaptim cunku alisveris merkezleri, turistik dukkanlar vs. hepsi bu bolgeye yakin.

Saat farkina alismak cok kolay olmadi cunku orada saat 16:00 iken,Turkiye`de 24:00 ve siz basliyorsunuz uyuklamaya…
Mexico City,deniz seviyesinden 25 metre yuksekte, havasi kuru.Kuruyan dudaklarim icin dudak kremi kullanmak zorunda kaldim. Gunduz hava sicakligi 25-30 derece iken , gece vakti aniden 8-10 dereceye dusuyor. Kiyafetlerinizi dikkatli secin derim.

Meksika tarihine baktigimiz zaman, dunyaca unlu Aztek uygarliginin burada yasadigini goruyoruz. Aztekler ilginc bir uygarlik. Mesela efsaneye gore Kral, kuracagi kent alanini secerken, kartalin yilani oldurdugu yer neresi ise orada kuracagini aciklar. Baslarlar aramaya, kartalin yilani oldurdugu yeri ararlar. En sonunda bir golun uzerinde agzinda yilan olan bir kartal gorurler. Aradiklari olay gerceklesmistir ama bir sorun vardir, olay golun uzerinde cereyan ettigi icin sehir golun uzerine kurulmak zorundadir, ve kral emir vererek golun uzerinde,Venedik misali, bir kent kurulur. Aradan yillar gecer kent gittikce buyumeye baslar, su kanallari doldurulur ve gol yokolur, kurutulur yani… Fakat 1984 yilinda bu bolgede olan deprem altyapidaki yumusak toprak yuzunden hasar cok buyuk oluyor ve kent neredeyse komple yeniden insa edilmek zorunda kaliyor.

Aztekler , birgun gelecegine inandiklari Tanri`yi beklerken, 16.ci yuzyil baslarinda ulkelerine ayak basan Ispanyol Koloni grubunun basi Hernan CORTEZ`i, Tanri sayarak butun kanallarin kapilarini acarlar, veeee kaybederler tabii ki butun varliklarini. Gozu donmus Ispanyollar, altinlari gorunce yagmalamaya baslarlar tum bolgeyi, insanlari oldururler, hristiyan olmamak icin direnen halki KUTSAL TEBLIG ile yani ya canini ya dinini degistir diyerek Cennetlik yapmayi basarirlar ve gunumuz Meksika`sinda, Katolik Hristiyanlik,Ispanya`dakinden cok daha ileri seviyeye ulasmistir. Ispanyollar, kendileri gibi MODERN olmayan bu Aztek uygarligini yokederek, buyuk bir basai gostererek, AVRUPA`li olmalarini saglamistir. Bugun Aztek dilini kullanan hickimse kalmamistir. Halk Ispanyolca konusmaktadir.
Aztekler, kendi inanclarini yasayan bir uygarlikti.Bircok Tanrilara tapmaktaydilar ve senelik ortalama 10.000-15.000 kisiyi Kurban etmekteydiler.Insanin, Tanriya sunabilecegi en buyuk hediyenin kendisi oldugunu dusundukleri icin, savaslardan once, hasatlardan once kurban vererek bereket ve basari bekliyorlardi. Konustugum birkac Meksikali arkadas bana kurban etmenin vahset olarak adlandirilmamasi gerektigini soylediler, dediklerine gore Aztekler zevk icin degil bir torenle, bir inanc icin olduruyorlardi, bugun ise insanlar ellerinde silahlarla bir hic ugruna olduruyorlar, onlara gore Aztekler daha masum….Ne diyelim, yorum sizin….

Aztek Krali Mocteuzma , -biz Turkce`de nedense Montezuma olarak adlandirmisiz- Tanri sandigi Ispanyollar tarafindan ihanete ugrayinca inanisa gore Intikamini gelen yabancilardan bugun bile almakta, nasil mi? Genelde aci yemekleriyle unlu Meksika`da aliskin olmayan bir yabancinin kolaylikla midesi bozulabiliyor, ve Meksikalilar buna Mocteuzma`nin intikami diyerek guluyorlar.

Muzeler Pazar gunu ucretsiz ve halk gunu olarak sayiliyor ve ben boyle bir Pazar gunu Antropoloji Muzesine gittim. Meksika Sehrinde kesinlikle gorulmesi gereken bir muze bence. Aztekler ve Meksika kulturu hakkinda oldukca ilginc bilgiler gormeniz mumkun, Benim en cok ilgimi ceken bolum, Aztek futbolu ile alakali bolumdu. Bu futbol biraz basketbol gibi ,yuksege konulan bir bosluga, kaucuktan imal edilmis agir bir topu yere dusurmeden atma amacini tasiyan ve bugunku futbolun atasi sayilabilecek bir oyun bicimi. Muzede kaucuk toplardan bir tanesi bulunuyor ve cok ilgimi cekti acikcasi.

Meksika Sehrinde Templo Mayor yani Buyuk Tapinak`ta gorulmesi gereken baska bir merkez. Ben gidemedim ama Teotihuacan piramitini de gormek gerekiyor en azindan.

Meksika`da vosvos taksiler cok hos bir hava vermis sehire. Yesil beyaz renkleri ile oldukca ilgi cekiyorlar fakat denilene gore bu sene sonunda piyasadan cekileceklermis cunku guvenli degillermis. Bu ulkede hirsizlik konusu biraz ciddi boyutlarda oldugu icin ve bazen taksilerden bile birseyler kolayca calinabildigi icin artik daha guvenli araclarin taksi yapilmasina karar verilmis. Guzel bir sevimlilik kayboluyor bence. Burada taksicilere de dikkat edin deniyor. Benim basimdan birkac basit kaziklanma gecti. Isin ilginc tarafi yedigim kazik sokaktaki taksicilerden degil, otelin taksisi idi. Otel taksileri guvenilir demislerdi. 35 pesoluk yere 200 peso veriyorsunuz. Sokaktaki taksilerde en fazla 50 peso vererek belki kaziklaniyorsunuz. Guvenli olmak 6 kat pahali olmayi gerektiriyor galiba.

Meksika yemekleri denince dogal olarak aci, fasulye ve misir geliyor akla. Bizim bazi yemeklerimizi cok andiron tatlari ile benim hosuma gitti diyebilirim. Aci biberlerine dikkat etmek gerekiyor.

Aksamlari eglence yerlerinde MARIACHI denilen muzik sesleri sokaklara yayiliyor ve kendine has kiyafetleriyle mariachi sanatcilari bizim Sulukule gibi halki eglendirmeye calisiyorlar. Mariachi, Fransizlardan gelmis ve EVLENMEK anlamina geliyor, yani mariachi muzigi bir anlamda evlilik eglencesinde kullanilan muzik, fakat gunumuzde her yerde calinan bir muzik oluvermis.

Tequila yani tekila ickisi Meksika`nin milli ickisi. Tekilanin yaninda ozel bir bocek yemek adet. Bu bir cesit yenebilen bir kurt, ve sordugum birkac arkadas cok lezzetli oldugunu iddia ettiler, ne diyeyim.

Puro severler icin kucuk bir not. Meksika`da el sarmasi purolar mevcut. Kalite olarak cok kotu sayilamayacak bu purolardan almanizi tavsiye ederim. Yalniz genellikle taze olmayabiliyorlar. Bana taze oldugunu iddia ettikleri puro maalesef kuru cikti. Sansima digger aldigim paket taze oldugu icin moralim duzeldi.

Meksika`da sokaklarda gordugum insanlarin borcogu bana filmlerdeki Kizilderili tiplerini animsatti, bu saf kan Aztek insanlar esmer tenleri, kisa boylari ve hafif tombulluklari ile degisik bir sevimli geldiler. Bircok ulke insanina gore daha guleryuzlu olan Meksika halki, bircok yonden biz Turklere benziyorlar. Sahsen ben cok fazla yabanci bir ulkede oldugumu dusunemedim. Bina yapilarindan, sokaklarina, giyimlerinden, eglencelerine bize cok benziyorlar, hatta ilginc bir not size; yol kenarinda duran bir kiz gorduklerinde taksi soforleri kornaya basiyor! size birilerini hatirlatti mi? 🙂

Saygilarimla

30.07.2002

Bir Başkadır Kırım Toprağı… – Kırım

Bir Başkadır Kırım Toprağı…

Kırım, hemen yanı başımızdaki adeta cennetten bir köşe. Yanı başımızda derken yanlış demiyorum, İstanbul’dan ortalama bir saat 15 dakikalık bir uçuşun ardından, Kırım’ın başkenti Akmescit şehrine ulaşabilirsiniz. Gerçi bu kadar yakın olmasına rağmen ülkemizde yeterince bilindiğini veya yeterince ziyaret edildiğini söyleyebilmek oldukça güç. Kendi değerlerimize duyarsızlığımızın acı bir örneği olarak bu toprakları tanımadığımız gibi, tanıma gayretinde de bulunmuyoruz maalesef.
Kırım’dan kısa cümlelerle bahsetmek lazım. Ukrayna’ya bağlı özerk cumhuriyet statüsündeki Kırım 26.140 km²’lik yüzölçümü ve 2.400.000 nüfusuyla küçük sayılabilecek bir toprak parçası. Başkenti Akmescit (Simferopol) dışında en önemli şehirleri askeri üs konumundaki Akyar (Sevastopol), turizm merkezi Yalta, tarihi başkenti Bahçesaray ve ticari liman konumundaki Gözleve (Yevpetoriya)’dır.
Asırlar boyunca Türk’e vatan olan Kırım, 15. yüzyılın ortalarından itibaren de Kırım Hanlığı’nı yurt olmuştur. Bu kudretli hanlığın sınırları o dönemlerde bir taraftan Moskova önlerinden Kafkas Dağları’nın eteklerine, öte taraftan Hazar Denizi kıyılarından Lehistan (Polonya) ovalarına kadar uzanmaktaydı. Kırım Tatarları, işte bu kudretli Hanlığın günümüze uzanan varisleri, bu toprakların gerçek sahipleridir. Kırım Tatarları, 1783’de vatan toprakları Rus işgaline uğrayınca, kitleler halinde “Ak Topraklar” dedikleri Türkiye’ye göç etmişlerdir. Geride kalanlar ise; Rus işgaline ve baskılara karşı sürekli bir mücadele halinde olmuşlardır. Türk Dünyasına “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” fikrinin aşılayan, aydınlanma hareketini başlatan İsmail Bey Gaspıralı gibi bir değeri Türk Dünyasına hediye eden Kırım Tatarları, şimdilerde Kırım Tatar Millî Meclisi’nin çatısı altında ve Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nun önderliğinde mücadeleye devam etmektedirler.

Her Yıl Kırım’dayız
Her yıl olduğu gibi bu yıl da Kırım’a 20-27 Temmuz 2004 tarihleri arasında 7 gece-8 günlük bir gezi düzenledik. 20 Temmuz günü İstanbul’dan 309 sefer sayılı Ukrayna Havayolları uçağı ile başlayan yolculuğumuz, göz açıp kapayıncaya kadar bitiverdi. Uçağımız, göz alabildiğine uzanan yeşilliklerin ve bereketli ovaların üzerinden alçalarak Kırım’ın başkenti Akmescit’e iniverdi. Ukrayna Gümrük Mevzuatındaki gereksizliklere bir kez daha şahit olup havaalanı gümrüğünden dışarı çıktığımızda, bizleri Türkiye-Ukrayna Dostluk Derneği Başkan Yardımcısı Necmettin Yalta ve eşi ile gezimiz müddetince mihmandarlığımızı yapan Vasfiye Aliyeva karşıladı. Havaalanı şehrin biraz dışında olduğu için, eğer sizi karşılayan yok ise, taksiye binmek zorunda kalınacağını bilmeniz lazım.

Konaklama ve Yemek
Kırım, yüzölçümünün küçüklüğüne rağmen Sovyetler Birliği döneminde olduğu gibi günümüzde de bu coğrafyanın en önemli turizm merkezlerinden biri olarak kabul edilmekte. Her yıl milyonlarca turistin geldiği Kırım’da dolayısıyla her keseye uygun pek çok otel bulmak mümkün. Ancak otellerin hizmet kalitesi ile fiyatları arasında herhangi bir ilginin olmadığını bilmek lazım. Türkiye’de kanıksadığımız standartları ve hizmet kalitesini buralarda beklememek lazım. Bizler bu yılki gezimiz müddetince Akmescit şehrindeki Turbaza Tavriya Oteli’nde konakladık. Yeşillikler içerisindeki otel, Türkiye standartlarına göre oldukça mütevazı bir görünüme sahip. Fazla lüks aramayanlar için ideal bir yer.
Gezi programımız yoğun ve her gün farklı bir şehirde bulunmamızdan dolayı, yemeklerimizi de farklı farklı restoranlarda yedik Kırım genelinde artık her yerde her türlü damak tadına uygun kafeler ve restoranlar bulunabiliyor. Yemekler bol kepçe ve çok lezzetli. Aman dikkat! perhizi bozabilirsiniz… Restoranlarda Tatar ve yerel müziklerin eşliğinde neşe içerisinde yemeğinizi yiyebilirsiniz.


Bahçesaray ve Hansaray
Kırım Yarımadası, coğrafi olarak küçük görünmesine rağmen tahminlerinizin de ötesinde pek çok tarihi ve doğal güzelliği bünyesinde barındırmakta. Bir kez gelmenin asla yetmeyeceğini bilerek gitmelisiniz Kırım’a.
Kırım’ı gezinize tarihi Başkent Bahçesaray’dan başlamanızı tavsiye edeceğim. Kırım Hanlarının başkenti Bahçesaray, bizden, Anadolu’dan bir parçadır aslında. Sokaklarında yürürken asla yabancılık çekmezsiniz. Safranbolu’da veya Kastamonu’da geziyormuş gibi hissedersiniz kendinizi. Vaktiyle zengin ve büyük bir şehir olsa da şimdilerde sakin ve küçük ama alımlı bir kasaba görünümünde. Bu şehri mutlaka bir rehber eşliğinde gezmelisiniz. Gezilecek çok yer ve de size anlatılması gereken pek çok tarihî eser mevcut bu şehirde.
Bahçesaray’ın en meşhur yeri hiç şüphesiz Hansaray’dır. Kırım Hanlarının sarayı Hansaray, Topkapı Sarayı’nın küçük ama zarif bir benzeri gibidir. “Tatar Elhamrası” da denilen Hansaray, içinde barındırdığı birbirinden kıymetli sanat eserleriyle ve hikayeleriyle sizi de derinden etkileyecektir. Vaktiyle atlı süvarilerin volta attığı sarayın avlusunda, artık sarayı gezebilmek için sırasını bekleyen kalabalık turist grupları beklemektedir. Sarayı rehberiniz eşliğinde gezmeye başladığınızda her köşede size anlatılacak ayrı bir tarihin ve hikayenin olduğunu göreceksiniz. Gözyaşı Çeşmesi’nde mermere işlenen bir sevdayı, Puşkin’in Bahçasaray Çeşmesi şiirinin mısralarında ise, bu büyük aşkın ölümsüz izlerini bulursunuz. Demirkapı size Kırım Hanlığı’nın haşmet ve gücü hakkında ipuçları verecektir. Altın Çeşme, geçmişteki zenginliğinden izlerini taşırken, Altın Oda’da azamet ve ihtişamı, Harem’de geçmişin gizemlerini derinden derine teneffüs edersiniz aslında. İki minareli Hancamii ise, estetiğin semaya açılan zarif elleridir. Dedik ya Hansaray bu, anlatması zor, mutlaka görmek lazım.
Hemen bir kaç yüz metre ötede yolun kenarındaki taş bina, İsmail Bey Gaspıralı’nın 1883’de yayınlamaya başladığı Tercüman gazetesine ev sahipliği yapmıştır. Işığını bütün Türk ve İslâm dünyasına yayan bu gazetenin basıldığı yer artık Gaspıralı Müzesi olmuş, ziyaretçilerini beklemekte.
Birkaç adım daha attınız mı Zincirli Medrese’desiniz. Avrupa’nın Ortaçağ taassubu içerisinde insanları diri diri yaktığı asırlarda (1500 senesinde) ilim-irfan öğrenilsin diye inşa edilen bir yapı. İnşaatında Kırım Hanı I. Mengli Geray Han’ın bile bizzat çalıştığı Zincirli Medrese’ye geldiğinizde, kapısındaki asılı zincir, geçmişte olduğu gibi bugün de ilmin önünde eğilmek gerektiğini hatırlatacaktır size. Ruslar tarafından Akıl Hastanesi’ne çevrilen ve 1995’lere kadar insafsızca bu maksatla kullanılan Zincirli Medrese, şimdilerde yeniden restore edilmeye çalışılmakta…
Bahçesaray’a yapacağınız ziyaret sizi acıktırdığında hemen Hansaray’ın girişinde köprünün üzerinde sıralanan tezgahlarda satılan sıcacık nefis Tatar Börekleri (Çibörek) ve tatlılar ile açlığınızı yatıştırabileceğiniz gibi, yakınlardaki pek çok nezih alternatiften birini de rahatlıkla tercih edebilirsiniz. Bizim tercihimiz Ali Baba veya Markur adlı restoranlardan yana…

“Dünyanın Paylaşıldığı Yer”… Yalta
Kırım’ı anlatan herkes bu toprakların yeşil olduğundan öncelikle bahseder. Doğrudur da… Bir tarafı Karadeniz’e bakan yarımadanın hele hele sahilleri ayrı bir güzelliktir. Ayrı bir yeşilliktir.
Karadeniz sahiline indiğinizde Aluşta’da kulağınıza 1944 sürgününde Özbekistan çöllerinde söylenen “Aluşta’dan Esken Yeller Yüzüme Urdu” şarkısının nağmesi gelecektir. Gurzuf’ta artık meşhur yazar Cengiz Dağcı’nın yurdundasınız. Yaşadığı toprakların her bir karesini, her bir taşını romanlarında en ince ayrıntısına kadar anlatan bu büyük insanın doğduğu, çocukluğunun geçtiği bu bereketli topraklar sizi de kendine çekecektir. Destanlara konu olan Ayu Dağ’ı Gelin Kaya ile Damat Kaya’yı seyretmek ayrı bir zevk verecektir size.
Yalta, her bir yanı ayrı bir güzelliğe ve doyumsuz manzaralara sahip Kırım’daki en önemli tatil ve turizm merkezidir. Bütün Sovyet coğrafyasının en ünlü turizm merkezi olarak kabul edilen Yalta, elbette ki bunu hak edecek pek çok zenginliklere sahiptir.
“Dünyanın Paylaşıldığı Yer” olarak bilinen Yalta, bu yakıştırmayı 1945’deki meşhur Yalta Konferansı’na ev sahipliği yapmasından dolayı almış. Çar II. Nikolay için 1911’de yaptırılan Livadiya Sarayı’nda bu tarihi konferansın izleri itina ile korunmakta.
Kırlangıç Yuvası, kayaların ucunda kanatlanıverecek masalsı bir yapı gibidir. Almanya’nın Ren Nehri kıyılarındaki Rittenburg Şatosu’nun minik bir kopyası olan Kırlangıç Yuvası’nın gezinti terasından Karadeniz’i bütün ihtişamıyla seyretmek, ayrı bir haz verecektir ziyaretçisine. Botanik Parkı, biraz bakımsız da olsa bu kadar çok bitki ve çiçek örneğinin nasıl bir araya getirildiğini sorduracaktır size. Alupka-Vorontsov Sarayı bu toprakların ihtişamına zarif bir katkıdır. Massandra Şatosu, masalsı bir ülkeden gelen minik bir örnek gibidir. Uçan-su Şelalesi, suyun kanatlanmış halidir. Mishor ise, destanlara konu olmuş, efsanevi Arzı Kız’ın vatanıdır.
Yalta başlı başına bir gezi ülkesidir. Adım başı farklı bir güzellik çıkacaktır karşınıza. Ay-petri Dağı’dan, Simeiz’e, Foros’dan Gaspra’ya pek çok tarihî ve doğal güzellik ziyaret edilmeyi beklemektedir.
Yalta aynı zamanda deniz demektir aslında, Karadeniz’in belli olmaz denilen havası şansınıza eğer o gün uygunsa Yalta ve çevresindeki her yerde rahatlıkla denize girebilirsiniz. Hemen şehrin merkezindeki limanın kenarındaki Halk Plajı size zaten bu konuda yeterince fikir verecektir. Yalta geceleri de hareketli bir şehirdir. Mutlaka kendinize bu saatler için boşluk yaratmalı ve kendinize bir konser veya bir havai fişek gösterisi veya bir müzikli gece ayırmalısınız bu şehirde…

Sevastopol Önünde Yatar Gemiler
Kırım denilince akla ilk gelen yerlerden biri de Sevastopol şehridir. Sovyet döneminin dünyaca meşhur bu askeri üssü o yıllarda bünyesinde barındırdığı 800 parçalık muazzam donanma ile bütün dünyanın gözlerinin dikip takip ettiği bir şehir idi. Şimdilerde ise yavaş yavaş bu vasfından sıyrılmakta.
1996 yılına kadar “yasak şehir” konumundaki Sevastopol bu askeri kimliğinin yanında müzeleri ile de meşhurdur aslında. Bunların içinde hiç şüphesiz en önemlisi Panorama’dır. Panorama, 1854 Kırım Harbi’nde İngiliz-Fransız ve Osmanlı Orduları tarafından kuşatılan Sevastopol şehri ve çevresinde yaşanan çarpışmaların ve önemli olayların resmedildiği bir müzedir. Çevresinde de yine o döneme ve Kırım Harbi’ne ait pek çok materyal sergilenmekte. Toplam 115 metreye 14 metre ebatlarındaki devasa resimleriyle Panorama, dünya çapında bir üne sahiptir. Önünde uzanan kuyruklar bu konuda size bir fikir verecektir. Mutlaka görülmeli ve bir mağlubiyetten nasıl zaferle çıkmışçasına gururlanma ve propaganda malzemesi yapılabildiğini biraz da imrenerek izlemelisiniz.
Sevastopol’u gezerken rıhtıma inen merdivenlerden karşılara baktığınızda, sıra sıra dizilmiş savaş gemileri gördüğünüzde aklınıza Kırım Harbi için söylenen “Sevastopol Önünde Yatar Gemiler” türküsü gelecektir.
Limanın birkaç adım ötesinde Hersones Antik Kenti’nin kalıntılarını gezerken yorgunluğunuzu bu arkeolojik kalıntıların hemen yanı başında Karadeniz’in serin sularında atabilirsiniz.
Sevastopol’da 2004 yılında Kırım Harbi’nin 150. yılı münasebetiyle büyük bir törenle açılan Türk Şehitliği’ni de ziyaret edebilirsiniz. Şehitlik, Akmescit’ giderken yolunuzun üzerindedir.

Başkent Akmescit…
380.000’lik nüfusuyla Kırım’ın en büyük şehri olan Akmescit, aynı zamanda da Ukrayna’ya bağlı Kırım Özerk Cumhuriyeti’nin de başkentidir. Kırım Tatarlarının tek resmi temsil organı olan ve başkanlığını Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu’nun yaptığı Kırım Tatar Millî Meclisi bu şehirdedir. Yine Kırım Tatarlarına ait pek çok kurum (Kırım Tatar Pedagoji Üniversitesi, Gaspıralı Kırım Tatar Millî Kütüphanesi, Kırım Tatar Akademik Drama Tiyatrosu, Kırım Tatar Dans ve Müzik Topluluğu, Kırım Tatar Yazarlar Birliği, Kırım Tatar Ressamlar Birliği, Kırım Tatar Hanımlar Birliği, Qardaşlık Gençlik Teşkilatı, vd.) yine bu şehirde yer almaktadır. Gururlanmamak elde değil.
Her iki yanı park ve bahçelerle bezenmiş olan Salgır Nehri’nin ikiye böldüğü Akmescit, yeşillikler içerisinde bir şehirdir. Otelinizin penceresinden baktığınızda bunu daha iyi anlayacaksınız. Temiz havanın o insanı dinç tutun etkisini yaşayarak göreceksiniz. Akmescit’te akşamları Kırım Tatar Akademik Tiyatrosu’nun konser ve oyun programlarını izleyebileceğiniz gibi, çeşitli müzikli restoran ve kafelere de gidebilirsiniz

Gözleve’de Mimar Sinan’ın İmzası…
Gözleve’deki Han Camii, Kırık Tatarlarının yaşadıkları acı ve çektikleri zulmün canlı bir şahididir aslında. Kırım Hanı I. Devlet Geray Han’ın Moskova’ya düzenlediği seferin zaferle bitmesi münasebetiyle 1552 senesinde yaptırılan bu cami, Mimar Sinan’ın Kırım’da yaptığı tek eserdir. Komünizm döneminde “Dinsizlik Müzesi” haline getirilerek “Ateizm” propagandasına malzeme yapılmış ve 1990’lara kadar bu insanlık dışı uygulamanın mağduru olmuştur. Avlusunda soluklanın, taşında oturun ve şimdi gelinen noktayı düşünün. Yanı başındaki parktaki Kırım Tatar Sürgün Anıtı ise, sizi 18 Mayıs 1944’e götürecek ve bir milletin yok edilmek istenmesine rağmen hala ayakta olduğunu hissettirecektir size.
Eğer Gözleve’deki kalış saatlerini daha da uzatabilecekseniz, Han Camii’nin yanındaki parkın kenarındaki Cafe Mustafa’da müzik ve dansların eşliğinde yemeğinizi yiyebilirsiniz.

Sudak Şehri ve Kalesi
Kalesi ile meşhur Sudak aynı zamanda göz alabildiğini uzayan doğal ve temiz plajları ile önemli bir sayfiye merkezidir. Bu şehrin yanı başındaki tepe üzerine kurulan Sudak Kalesi’nden çevrenin manzarasını seyredebilirsiniz. Biz de öyle yaptık. Gezimizin ardından kendimizi Karadeniz’in şansımıza sakin ama serin sularına bıraktık.
Sudak’a gelirken yolunuzu biraz uzatmak pahasına Eskikırım’a uğrayıp Sultan Baybars Camii’nin harabelerini ve de Özbek Han Camii ile Medresesi’ni de görebilirsiniz. Eskikırım’ın öneminin Kırım Hanlığı’nın ilk başkenti olmasından geldiğini de unutmamak lazım.

Seneye Yine Kırım’dayız…
Gezimiz nihayete erdiğinde bize yetmediği hususunda herkes fikir birliği etmişti. Bir daha gelmeyi planlayarak Türkiye’ye döndüğümüzde hatırımızda kalan pek çok güzelliğin olduğunu gördük. Yalta’da dünya siyaseti tarihinin en önemli anlarının geçtiği yerlerden birini, Gurzuf’ta deniz ile doğanını o güzel birlikteliğini, Gözleve Han Camii’nde Sinan’ın sanatının yüceliğini, Hansaray’da bir imparatorluğun azametini görebilmenin hazzına yaşadık.
Kırım Tatarların deyimiyle “Ak Topraklar” denilen Türkiye’den Kırım’a düzenlediğimiz gezimizin bu kadar güzel geçmesindeki katkılarından dolayı, mihmandarlığımızı yapın Vasfiye Aliyeva’ya, Niyara Mecitova’ya, Yalta sokaklarında Ayyıldızımızı gururla taşıyan sevgili Elmira Abibulla’ya ve kıymetli ağabeyim Necmettin Yalta’ya sonsuz teşekkürler…

Bir dahaki Kırım gezimizde buluşmak dileğiyle…

M. Akif ALBAYRAK
[email protected]

19.10.2004

Dubai Ve Vize Sorunu – Dubai

Eskiden Dubai’ye giderken, Abu Dhabi Havaalanından vize alınabiliyordu.

Geçenlerde Dubai’de 1 gece transit kalacağımız için vize gerekti ve maalesef Emirates havayolu ile uçulmadığında vize almakta zorluk çıkarıldığını öğrendik.

Emirates havayolları haricinde vize alınamıyor ve bu çok komik uygulama sayesinde zorla emirates ile uçmak gibi ilginç bir durum ortaya çıkıyor.

Umarım yakında bu ilginç milliyetçiliğe bir son verirler.

Dubai’ye gidecek arkadaşlarımız önce vize sorununu çözmeli diyorum.

27.01.2004